“Her türlü sıcakta itinayla parampet sarılır” diyerek elimdeki ağaçlar arasından uygun bir parça arıyordum parampetin sancak en başına.
Parampet dediğimiz, herhangi bir teknenin dıştan gözüken kuşak veya yumrusunun üst kısmıdır. Eğer güvertede duruyorsanız bastığınız yerden yukarı doğru yükselen yanlarıdır. Şu anda onunla uğraşıyorum ve son günlerdeki acımasız sıcağa rağmen iyi gidiyor. Aşağıdaki fotoğrafta beyaz kuşağın üst kısmı.
Tek sorun sıcak olsa iyi, elimdeki ağaçlar azaldığından ve bütçe de epeyce sınırlı olduğundan her türlü parçayı değerlendirmeye çalışıyorum. Bu yüzden de eldeki ağaçlara göre sarıyorum. Bir de en hızlı olacak şekilde tabii, zamandan kazanmak için. Tekne yapımcısı değilim, satış için üretim yapmıyorum, önceliğim kayık1934 projesi için güvenli şekilde yüzecek en hesaplı ve en ekolojik kayığı yapmak. Profesyonel ustalar için önemli olan genelde estetik ayrıntıları atlıyorum.
İşte böyle eldeki ağaçlara bakarken, kısa bir parça lazımdı, bir anda gözüm ufak ve istediğim yere epeyce uygun bir parçaya takıldı. “Tamam bu olur, harika”, dedim. Aldım, diğer yüzünü çevirdim, o ne, üzerinde siyahlaşmış bir leke. Sadece leke, önemli değil ama yine de bu ne diye düşünürken, bir anda hatırladım, kanlı maderdi bu, meşhur kanlı maderim. Aşağıdaki fotoğrafta kanlı maderin en ilk hali, kazanın olduğu sıradaki hali.
Yaklaşık on ay önce yerinden fırlayan büyük işkencelerden biri alnımı yarmış, bir anda her yer kan içinde kalmıştı. Yara ufaktı ama iyi kanamıştı. Doğru yere çarpmıştı işkence. Çaktığım mader, elim, kolum ve bir de yerde yatan başka bir mader kan içinde kalmışlardı. O yerdeki madere aylarca dokunmadım, çakmadım yani, sadece ölçü parçası olarak kullandım uzun süre. Mader çakacağım yere onu koyup eğime bakıyordum. Adı da kanlı mader olmuştu, kanlı mader aşağı kanlı mader yukarı. Sonra bordaların sarması bitince unuttum kanlı maderi.
Şimdi yeniden elimdeydi. İlk başta çok bir anlam atfetmedim. O günü hatırladım sadece. Sonra yerine alıştırma işlemine giriştim. Güzel de oturmuştu ama ufacık bir kısmı sorunluydu, tam kan lekesinin olduğu yerde ufak bir deformasyon vardı. İncecik bir parça yapıştırıp düzeltirim burayı dedim ve öyle de yaptım. Temizledim, sildim, zımpara gerekmemişti ve incecik bir parça yapıştırdım, tam kan lekesinin üzerine. Ardından çok güzel oturdu yerine.
Öyle bakıyordum yaptığım işe, “bak şu kanlı madere”, diyerek. Canlı cansız her şeyle duygusal bağ kuruyorum ya, “döndü dolaştı, bir şekilde kayıkta yerini aldı” diye eklemekten de geri kalmadım tabii. Ama bir dakika, gerçekten kanlı mader olarak yer almıştı kayığın en baş tarafında, kuzey yarımkürede demirin atıldığı sancak baştaki ilk mader olmuştu, yani kayığın ilk maderi, baş mader. “Bak şuna, ben onu çakmaktan vazgeçmiştim, o gitti baş mader oldu.”
Üstündeki kan da, genlerim diyerek güldüm, hani geleneğe göre bir tekne bittiğinde kurban kesilir kan akıtılır ya, o olmuştu, bizim kurban kanımız olmuştu. Onayladım kendimce, bu daha iyi değil miydi, başka bir canlının kanı yerine doğrudan benden akan kan.
Kurban tanrılara, çook eskiden tanrıçalara da, yani aşkın ilahi güçlere adaktır, belalardan korunmak için. Bizimki farklı oldu biraz. İlahi güçleri atladım, daha çok kan kardeşliği gibi oldu, kayıkla benim aramda. Yollarımızı birleştirdik. Her türlü zorlukta birbirimizi kollamaya söz verdik. Aşkın bir güce değil, ikimizin arasındaki içkin bir bağa, ileride denize indiğimizde, bir de denizin tuzuyla tasdiklenecek bir var oluşa söz verdik.
Yüzümde bir tebessüm belirdi, güldüm. “İnsan beyni ne kurgular yaratıyor,” dedim. İşte bir kurgu. Doğru, yanlış gerçek veya değil, önemi yok. Önemli olan hissettiklerim, içinde olduğum durumu nasıl algıladığım, o anı nasıl anlamlandırdığım. Bu anlamlandırmaların “bilimsel” bir dayanağı olmayabilir, bazen abartıya da kaçabilir, ama işte onlarsız da yürütemiyoruz yaşamı. Bu tür bağlar oluşturmamız gerekiyor. Sanırım modern yaşamın en büyük kötülüğü bu oldu. Bu kurgularımızı saçma şeyler kategorisine indirgedi ve öyle kalakaldık bu kocaman var oluşun karşısında, yapayalnız ve büyük ölçüde duyarsız bireylere dönüşmüş olarak.
Oysa bu kurgu, kanlı maderin varlığı, sonunda ufacık bir ormanın, bir grup ağacın kesilmesiyle ortaya çıkan bu kayığı farklı bir zemine taşıyor. Alınıp satılabilecek herhangi bir tüketim nesnesi, bir nesne olmaktan çıkartıyor, farklı bir kategoriye oturtuyor, kayıkla aramda çok daha organik bir bağa yol açıyor. Beni düşündürüyor ne yaptığıma dair, olumlu ve olumsuz, daha çok olumsuz yanları ve sonuçlarıyla. Zaten bir yok etme, bir canlıyı yok etme, öldürme eylemi var, onu daha da ileri götürerek nesneleştirmemi, ekolojik varlığını iyice hiçleştirmemi, kendimden uzaklaştırmamı engelliyor.
Canlı olmak zor, çünkü ara sıra diğer canlıları yok etmeyi içeriyor. Bunu yapmak zorundayız, hepimiz, tüm canlılar, kaçış yok. Ağaç da bir canlı, her ne kadar çoğumuz için bir nesneyse de, bizim gibi acı hissetmediğini düşündüğümüz için. İlla bize benzer olacak tepkisi. İnsanın durumu daha da zor. Çünkü böyle şeyler düşünebiliyoruz. Mecburiyetten de olsa ara sıra yaşamak için öldürmek zorunda olduğumuzun farkındayız. Her insan için değil belki, daha duyarlılarımız için. Bunun farkına vardığımızda da ya hayatına son verdiğimiz o canlıyı bir nesneye dönüştürerek iyice uzaklaştırıyoruz kendimizden ya da benim şu anda yaptığım gibi ötelemeyip yakınlaştırıyoruz bu eylemi. İkinci daha fazla cesaret ve daha fazla azap gerektiriyor ama insanı da daha farklı bir yere taşıyor, farklı bir duyarlılığa, ayırımcı olmayan, seçmeyen, daha bütünsel bir mercekten bakan.
Kanlı mader kurgum beni bu gerçeklikle, bu ikilemle bahaneler bulmadan yüzleştirmiş oluyor. Ya da zaten daha duyarlı bir varlığa dönüştüğüm için bu tür yüzleşmelere dayanan kurgulara ihtiyaç duyuyorum. Bu bir kaçış veya bahane üretmek değil, aksine yaptığınla yüzleşmek, onu parçan yapmak, onunla yaşamak. “Aman sen de çok mu gerek var böyle şeylere, işte kesildiler kayık oldular, abartma” diyecektir bir kısmımız. O zaman bu dünyaya ne oldu, ne zaman bu kadar duyarsızlaştık ya da niye bu kadar zalim olduk birbirimize ve dünyaya da demeyeceksiniz. Çözüm ayrıntılarda. Timuçin Binder - Kayık1934
コメント